20 Temmuz 2013

Ben Eskiden Küçüktüm : Sanal Macera Part II

Okumayanlar ve tekrardan okumak isteyenler için:
 Ben Eskiden Küçüktüm : Sanal Macera Part I


Önceki partta ADSL ile tanışmayla bitirmiştim. Evet,belki de çoğumuzun sanal macerasındaki yeri büyük olan ADSL. Önceki bağlantılara göre hızlanmıştık ve artık çok daha fazla şeye daha kolayca ulaşabilecektik. İlk aylarda aşmamak için kırk takla attığım 4 GB'lık kota belirdi önümde. Neyse ki kotayı aşsan da faturanın belli bir sınırı vardı ki bundan önemlisi babanın faturayı gördüğünde de bir sınırı olmalıydı. ADSL ile paralel zamanlarda ben de laptop denilen aletle tanıştım. Şimdikilerine göre oldukça kaba olan bir IBM Thinkpad oldu ilk dizüstüm. Kendisiyle çok yakın ilişkideyiz evdekiler olarak. Her aile üyesi kullanıyor, kullandıktan sonra kablosunu da düzenli hale getirip çantasına koyuyor. Koltukta,yatakta,halıda yamuk,büzük,dilediğince oturup internete girebiliyoruz diyemiyorum, henüz modem kablolu.



Aile büyüklerinin ''her oyun virüslüdür'' duvarını aşıp o zamanların şaşalı oyunu GTA:Vice City yüklüyorum, seviniyorum.Geçmişimde bana en çok heyecan veren oyun serisi olan GTA serisini dilediğim yerde oynayabiliyorum. Bu gerçekten mükemmel bir olay. Kotayı arttırmadan hızı arttıran ttnet aylar geçtikçe adeta insanı köşeye sıkıştırıyor. Derken babama fujitsu-siemens markalı şık bir laptop daha geliyor. Eskisi bana kalıyor, yeniye el süremiyorum. Emektar IBM oyunlarda beni yarı yolda bırakıyor. Oyunlardan mahrumum. Derken babamın doğum günümde şu ana kadar bana yaptığı en büyük jestlerden biri olan ''çok pahalı olmamak koşuluya istediğin bir teknolojik aleti alacağım'' teklifine en son 7-8 yaşlarımda bozulan bir atariyle konsol dünyasından uzakta biri olarak o zamanların gözbebeği Sony Playstation Portable(PSP) ile cevap veriyorum. Uzun bir süre PSP'de demo oyunlarla zaman geçiriyorum. O zamanlar çoğu kişinin elinde yeni çıkan kameralı cep telefonları,bense mütavazı bir nokia modeli ile hayata devam edip PSP ile yürürken bile oyun oynayacak seviyeye geliyorum. Sonra evdeki modem kablosuza dönüyor. Artık bilgisayar evin heryerinde. Babam yine eve yeni cillop gibi bir laptop getiriyor bana düşen yine eskisi. Kotalı internetin faturasına sonunda pes eden babam interneti sınırsıza çeviriyor.



Msn çılgınlığı var o dönemler. Havada uçan kuşa ''mesene eklesene gardaş'' diyecek durumdayız.(Evet ben hiç meseneye emesen demedim). Webcam'in de olaya girmesiyle gerekli-gereksiz insanlarla webcamle görüşüyoruz bi heves. Kişisel iletilerimizde bugünün twitter fenomenlerini kıskandıracak cümleler yazıyoruz. Msn plus denilen şey geliyor. Listeler perşembe pazarına dönüyor.Sevdiklerimize titreşimler, göz kırpmaları yolluyoruz. Ki o titreşim bence sanal dünyadaki en samimi olaylardandır.Hiçbir dürtme o titreşimin yerini tutamaz :)



Kim derdi ki mesene dünyasının sonu gelecek, facebook denilen velet ortalığı kasıp kavuracak. Resimler paylaşılacak,insanlar birbirini yumurtalara etiketleyecek. Oldu işte. The Social Network filmini izleyenlerin hikayesini iyi bildikleri Zuckerberg abimizin de şansıyla facebook piyasayı aldı götürdü. Facebooktan sonra mesene alemi de eriyerek geçtiğimiz günlerde yok oldu.




Günlerden bir gün sanal maceramda büyük yeri olan bir siteyle tanıştım ben: Lockerz.. Pittsburgh, Amerika kökenli Lockerz, her gün puan kazanıp bu puanlarla değişik hediyeler vaat ediyordu. Yüzlerce sahte benzerine rağmen (şans ya) site inandırıcı gelmişti. Bir yılbaşı akşamı siteden puanlarla iPod Touch siparişi vermiş ve havalara uçmuştum, inanmıştım. 1 hafta-10 gün sonra kapımı çalan UPS kargoyla Amerika'dan gelen paketi görünce verdiğim tepki de ''OLM HARBİ DOĞRUYMUŞ LAN'' oldu. İşte ben sanal maceramda ilk kez bir şey kazandım, ilk kez yurtdışından adıma paket geldi ve ilk kez bir apple ürünüm oldu. Aylarca siteyi takip etmeye devam etmeme rağmen maceram bir t-shirt ve 25 dolar ile kapandı. Site açıldığı 1 yıl falan reklam amacıyla dünyanın her tarafına hediyeler dağıttı ve baya da ses getirdi. Şu an bir alışveriş sitesi olarak varlığını güçlü bir şekilde devam ettiriyor.

Apple ile ilk Lockerz sayesinde tanıştığımı söylemiştim.O zamanlar iPhone da yeni yeni piyasaya çıkmış. İnsanların Apple'a karşı ön yargısı çok daha fazla.Kendi kendime aldığımdan mıdır nedir ben iPod Touch denilen alete bayılıyorum, iOS'a ısınıyorum en güzelinden. iPod Touch 4 çıkıyor eski neslini satıp 4'e geçiyorum.

Derken yıllarca en yeni oyunları hiç oynayamamış bir çocuk olarak biriktirdiğim paramla gittigidiyorun açık arttırma sistemi ve indirim kuponunun da bana verdiği yetkiye dayanarak baya bir ucuz şekilde ikinci el bir (bugün hala beni yarı yolda bırakmamış) Xbox 360 ile görüşmelere başlıyorum. Oyunları tanıyorum. Yıllarca demo, eski,berbat oyunlara talim olan ben Xbox sayesinde mutlu oluyorum.


Bir gün facebookta herkesin paylaştığı bi video düşüyor. Kumanda yok,sadece vücudunla oyun oynuyorsun. İsmine de project natal demişler. Takipte kalıyorum. Project natal ismini Kinect olarak tescilliyor ve geri sayıma başlıyor. Teknoloji harikası bu cihaz sonunda satışa sunuluyor ama Türkiye'ye gelmesi en az 5-6 ay sürecek. Uzak doğudan güvenilirliği bilinen bir oyun konsolu sitesinde kargosuyla beraber en ucuz gelecek şekilde aleti buluyorum. Babama söylesem kabul etmez. Bende de bir miktar biriktirdiğim para var. Kendi başımın çaresine bakıyorum, kinect'i satın alıyorum. Tek sorun ürün gümrük fiyatının üstünde. Büyük bir risk alıp çekik gözlü abilerimizle sınırlı ingilizcem sayesinde konuşup ürünün faturasını düşük yazmaları konusunda anlaşıyorum. Babamdan habersiz, gerçek fiyatı gümrük fiyatının üstünde olan ve eğer ki gümrük memuru gümrükte bırakırsa verdiğim para kadar daha vergi verme riskinde olduğum bu sipariş belki de hayatımın en zor siparişlerinden oluyor. Kargo Hong Kong'dan Paris'e ordan İstanbul'a geliyor. Çekik gözlü abilerimin de verdikleri sözü tutması ve gümrük memurunun da insafıyla gümrüğe takılmadan evime kadar geliyor kinect. Mission completed !

Facebook'tan daha marjinal olduğunu kestiremediğimiz twitter çıkıyor karşımıza. 21 Ağustos 2009 günü kendisiyle bugüne kadar süren ilişkimize başlıyoruz. İlk aylarda Türk kullanıcı bulunca havada takipleyip, Türkçe tivit görünce hava RT'liyoruz.Acemiyiz. RT'yi Recep Tayyip zannederek başladığımız macerada yeri geliyor FF'nin de follow friday olduğunu anlıyoruz. Sevdiklerimizi FF'liyoruz..

Bu yazıyı da burada bitiriyor,hikayenin günümüze uzanan son yıllarını kalan part'a aktarıyoruz..

Part III mü ? Yakın bi zamanda..

15 Temmuz 2013

Farklı müzik,farklı tat

Müzik ruhun gıdasıysa eğer,insanın farklı ve lezzetli yemek arayışı içinde olması kadar farklı ve lezzetli müzik arayışı içinde olması da doğaldır.Uzaklara gitmeye gerek yok,kimi fazla popüler olmayan,farklı ve hoş Türkçe müzikler yapanlar da mevcut yakınlarda.Durum böyleyken tavsiyelerimi toplamayı uygun görüverdim..Benden tavsiye playlistteki ilk şarkıyı beğenmeseniz bile diğerlerine şans verin.

1.Yasemin Mori

Çılgın şarkıların kızı Yasemin Mori..Şarkı sözlerindeki marjinallikleriyle* öne çıksa da enerjisini şarkıya tümüyle aktaranlardan.Şarkılarını evde çığırtarak(evet çığırtarak) söylerken bulabilirsiniz kendinizi.Bazı şarkılarda arkada Boğaziçi Caz Korosu'ndan sesler de duyabilirsiniz.Favorim ''Venüs'te Uyandım''..Buyrun efenim:



*'İspanyolların arsız okları gibiyim,hadi yüreğini oklara sapla'(Deli Bando)
*'Sonsuzluğunun uçlarını aç,iplerini kalbine bağla'(Deli Bando)

              
2.Mabel Matiz

Garip sesli adam..İlk dinleyişinizde bu garip sesi beğenmeyebilirsiniz.Lakin derin şarkıları derinden söyleyebilen bi arkadaş kendisi.Gerçek mesleği diş hekimliğiymiş.Şarkılarından sonra düş hekimliğine terfi etmiş Matiz..''Söylese o ben söyleyemem'' favorim..




3.Multitap

İsimlerini eski oyun konsollarında gamepadi çoklayan zımbırtıdan alarak kalbimizin bir köşesini fethettikleri doğrudur.Özellikle 'çıbık' ve 'battaniyem' şarkılarıyla eğlenceli oldukları kadar Demet Evgar ile yaptıkları slow düette ve diğer yavaş şarkılarında da gayet başarılılar.(Evet evet,Demet'in sesi de iyiymiş be ya).




4.Pilli Bebek

90'larda kurulan grubu,halkın polisi Behzat Ç.'nin müziklerini yapan grup olarak hatırlayabilirsiniz.Ankaralı grubun şarkılarından favorim ''Eylül Akşamı''..



5.Jehan Barbur

Kadife ses nasıl olur bilmiyorum ama sanki bu kadında olan türden.Bu kadar güzel şarkılara sahip ablanın neden bu kadar az tanındığını anlamak mümkün değil.''Gidersen'' favorim..



6.Leyla The Band

Leyla ile mecnun izleyicisi olmamama rağmen zaman tünelleri,timeline'lar ''yokluğundaaağğğ'' diye ısrarla bağırınca kendileriyle tanıştık.Ali Atay'ın duyguları kaşıyan sesiyle ''yokluğunda'' favorim.Leyla the band olmadan dizide ortaya çıkan ''Bu kıza kadar'' da bonus olsun..




7.Flört
Yine 90'lardan gelen,üyeleri çok kez değişmiş bir grup daha..Sakallı abilerden biri fena halde John Lennon'u andırıyor.''Mutluyuz'' favorim..



8.Can Bonomo

Bonomo'yu Eurovision olayından önce de dinleyenlerden biri olarak sonra da dinlemeye devam ettim.Kendisinin Eurovision'a hafif kaçan ''Love Me Back''inden çok daha güzel parçaları var.Dinleyiniz..





Umarım 1-2 tane de olsa playlistinize ekleyeceğiniz şarkı dinlettirmişimidir size..

Dipnot olarak; Bunların dışında Cem Adrian,Büyük Ev Ablukada,Redd,Ceylan Ertem,Melis Danişmend,Vega gibi fazla dinleme fırsatı bulamadığım veya dinlesem de ısınamadıklarım da var..

Kim bilir aynı yazıyı yakında yabancı müzikler için de hazırlarım..Şimdilik yurdumuzun müziklerini keşfediverin gari !

Unutmadan..

Varsa her türlü önerinizi ordan,burdan,şurdan bana ulaştırın..